Tepkisellik
“Savunucu Davranışın Etkileri..."
TEPKİSELLİK
“Savunucu Davranışın Etkileri...”
Bu sayıdaki yazımda hepimizin sürekli olarak yaşadığı, karşılaştığı ve yansıttığı bir kavram olan “tepkisellik” üzerine yorumlarımı paylaşmak istedim. Bu nedenle, daha öncekilerden farklı bir yazı çıktı ortaya aslında. Yazının başlığı “tepkisellik” olsa da aslında yazım, tepkilere karşı gösterdiğim tepkileri anlatmaya çalışacak elimden geldiğince sizlere.
Aslında herşey bugünkü seyahatim için havalimanına yola çıkmamla başladı. Evimin otoparkından çıkmaya çalışırken, yavaş yavaş gelmekte olan bir araç, benim yola çıkmama tepki göstererek gaza sonuna kadar basıp bir an önce ben çıkmadan önümden geçmeye çalıştı. Kendisini üstün ve daimi yol geçiş hakkına sahip olan bir yaratık olarak gördüğü için, önümden artistik yaparcasına geçip bir geçerken bana korna çaldı. Haklı tapi zatı üstün muhterem, neden ben çıkayımki yola ne işim var, bütün yollar kendisinin. Ancak bir detayı unuttu tabii ki, benim önümden geçer geçmez köküne kadar frene asılması gerektiğini. Çünkü benim bulunduğum noktadan 50 metre sonra ışıklar var ve zaten herkes duruyor. Sonuç ne oldu ? İki şeritli tek yön bir sokak olduğu için bende zaten yanında durdum ışıklarda ve ana yola beraber döndük. Elde ne var ? Hiç... Benim için bir şey değişmedi zaten. Kayıp ne ? Yol vermeyen adamın ani gaza basması ile harcanan gereksiz yakıt, gereksiz çaldığı korna yüzünden gürültü kirliliği, ani fren yaptığı için gereksiz aşınan balatalar ve gereksiz yükselen bir risk faktörü.
Havaalanına girişte ise, güvenlik kontrolü sırasında benim önümde olan ve yaklaşık 50 – 55 yaşlarında bir erkek yolcu metal dedektörlü kapıya doğru ilerlerken, daha önce defalarca bilgilendirme apmış olan güvenlik görevlisi bir kez daha metal eşya, cüzdan, kemer vb. gibi malzemelerin çıkarılarak x-ray cihazına verilmesi gerektiğini bir kez daha vurguladı. Ancak elbette nafile, bahsettiğim erkek yolcu metal dedektörlü kapıya girmesiyle ikaz sesi duyuldu ve güvenlik görevlileri tarafından kişiye kemerini çıkarması söylendi. Kişi ne yaptı bilin bakalım ? başladı bağrınıp çağrınmaya, olurmu böyle şey, neden çıkarıim kemerimi vb... olaya bu sefer polis te karıştı, ortalık ta karıştı, her şey karıştı, biz bekliyoruz bu arada. Adam tepki gösterdiği için, güvenlik görevlisi tepki gösterdi, polis tepki gösterdi sonra da sırada bekleyenler içeri giremedikleri için tepki gösterdi. Sonuç ne oldu ? Adam kemerini çıkardı, x-ray cihazına koydu ve öyle geçti. Elde ne var ? Hiç... Kayıp ne? Adam için, benim için, diğer yolcular için zaman kaybı, güvenlik görevlisi ve polis için gereksiz stres kaynağı.
Neyse, güç bela içeri girdim check-in yaptırdıktan sonra bu sefer havalimanı içerisinde bir bağırışlar yükseldi. Bir bayan yolcu, havayolu ve yer görevlilerine avazı çıktığı kadar bağırıyor. Neden de şu : kendisi uçağın kalkmasına 15 dakika kala havalimanına gelmiş ve check-in yaptırmak isteyince işlemin artık yapılamayacağını çünkü kontuarın kapandı kendisine söylenmiş. Elbette seyredin tepkiyi : ne görevlilerin terbiyesizliği kaldı, ne havayolunun sahtekarlığı, ne diğer görevlillerin haksızlığı... bu bağırışma sürdü bir 15 dakika. Sonuç ne oldu ? kadın kuzu kuzu bir sonraki uçuş için bilet aranmaya başladı. Elde ne var ? Hiç... Kayıp ne ? Yukarıda saydığımız gibi herkes için vakit kaybı, göreviler için gereksiz stres kaynağı.
Bizim toplumumuzu oluşturan bireylerin sergilediği bu davranışlara verilecek örneklerin ardı arkası kesilmez aslında. Her şeye karşı gösterdiğimiz bir tepki var. Kurala, kaideye, sisteme bir başkaldırış gibi sanki. İlk olaydaki adam, yol versen ne olur az ilerde zaten ışıklar var. İkinci olaydaki adam, kural bu saçma da olsa, gereksizde olsa kural bu, tüm metal eşyalarını ve kemerini çıkaracaksın, oradaki görevli ne yapsın. Üçüncü olaydaki bayan, yüksek topuklu ayakkabılarınız, derin yırtmaçlı eteğiniz, göğüs dekolteli gömleğiniz, yapılı saçlarınız ve güzelliğiniz uçağın sizi beklemesini sağlamayacağına göre bu sistemin kuralı kaç dakika önce havalimanında olmaksa olacaksınız. Yani hepsinde tepki gösterilen konumlar aslında kişilerin kendi hatalarında ve bitmek tükenmek bilmeyen içsel hesaplaşmalarından kaynaklanıyor aslında.
Bakın, üç örneğinde çakışma noktası aynı. Toplumumuzun içinde bulunduğu “kazan – kaybet” olgusu.
Kazan-Kaybet paradigmasına bağlı insanlar, istediklerini elde etmek için konum, güç, kimlik, varlık ya da kişilik özelliklerinden yararlanır. Çoğu kişiye doğumundan itibaren Kazan-Kaybet senaryosu derinlemesine işlenir. Etkili güçlerin en önemlisi ailedir. Aileden sonra yaşıtlar, okul yaşamı, spor alanlarındaki yaşantılar da bu yaklaşım desteklenir. Rekabete dayanan, güvenin düşük olduğu durumlarda Kazan-Kaybet düşüncesine yer vardır. Ancak yaşamımızın önemli bir bölümü rekabetten ibaret değildir. Her günümüzü eşimizle, çocuklarımızla, iş arkadaşlarımızla, komşularımız ve dostlarımızla rekabet ederek geçirmek zorunda değiliz. “Evliliğinizde kim kazanıyor?” sorusu çok komiktir çünkü iki kişi birden kazanamıyorsa, o zaman iki kişi de kaybediyor demektir. Yaşamda ulaşmak istediğimiz sonuçların çoğu bizimle başkaları arasında işbirliğine bağlıdır ve Kazan-Kaybet yaklaşımı bu işbirliğini engeller.
Bu yaklaşımın sonucu yukarıdaki örneklerin hepsinde de görüldüğü gibi, aslında Kaybet – Kaybet durumudur. Üç örneğe de baktığınızda hiçbir tarafın elinde bir artı yok aslında. Tamamıyla kayıplar söz konusu.
Tepkisel kazan – kaybet anlayışına sahip olan bu bireylerin neden olduğu olumsuz sonuçlar yalnızca kendilerine değil, ilişki ve iletişim içerisinde bulundukları herkese zarar verecek olan bir durumdur.
Benzer tepkisel yaklaşımları işi hayatında fazlası ile görebilmek mümkündür. Özellikle daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum “cadı kazanı (kaybedenler klubü)” üyeleri bu anlayışı kurum ve kuruluşlarda yansıtan kişilerdir. Çalıştıkları ortamın içerisinde birçok şeye veya birçok kişiye karşı tepkisel davranış sergilerler. Reaktif bir tutum sergileyerek, asla kendi yaptıklarını eksikliklerini veya yanlışlarını görmek yerine “kim ne yapıyor” anlayışına sahip olurlar. Bu durum departmanların adeta birbirine rakip olmasına, ekip anlayışının yerini gereksiz rekabete bırakmasına, sistemin aksamasına ve işlerin gereken kalitede ve gereken zamanda yapılamamasına neden olur. Kimi insan yaptığı işin ağırlığına, kimi çalışan az para aldığına, kimi insan yükselememesine, kimi insan şirketin evine uzak olmasına vb. tepki gösterir. Tepkilerin sayısı bitmez, tepkiler hep vardır. Sonuçta işletme kaybeder ve dolaylı olarak kişi de kaybeder. Bir çok işletmede bu tarz kişiler sistemde neden oldukları engellemeler ve kayıplar nedeni ile pasif duruma getirilir veya işten çıkarılır. Ama tüm bunlarda hem işletme hem de kişi için kayıptır. Yetişmiş bir bireyin işten ayrılmasının kaybını, iş gücü ve sistem kayıpları nedeniyle şirket yaşarken, kişi de işini kaybetme durumunu yaşar.
Ben hiç tepki gösterilemesinden de yana değilim elbette. Ama sorgulamalar eşliğinde, analizler eşliğinde tepki göstermek gereklidir. Durumu ve elimizdekileri analiz edebilmek, tepkilerin neye neden olacağını bilebilmek ve hesaplamak, kazanmaya çalışmak yerine uzlaşmacı olmak, idda yerine iknacı olmak ve kayıpları ortadan kaldırmayı odaklamak gerekir. Gerek profesyonel yaşamda gerekse özel yaşamda etkiselliğin temeli kayıpları en aza indirmekten geçer. Hatalardan arınmak bir işlem zincirinin verimliliğinden ziyade etkinliğini artırır. Yani süreçlerin iyileştirilmesi için gerekli temel koşullardan biridir.
Tüm bu tepkisel davranışların temelini oluşturan önemli etkenlerden biri de elbette eğitimi sisteminin temeli, kişisel gelişim süreçleri ve profesyonel ortamda kurumların kişilerin gelişimine olan katkılarıdır. Tepkiselliği yenebilmenin tek yolu her zaman etkiselliğe odaklanmaktır. Etkisellik için ise kişilerin dış etkenlere karşı olan tavır ve tutumlarının analizi gerekmektedir. Bu niteliğin gelişimi ise kurumların en etkin kaynağı olan “insan kaynağı” sürecinin sürekli kendini geliştiren bir organizasyon şekline dönüşmesi olacaktır. Dolayısıyla, günümüzde kurumlarda insan kaynaklarının sadece yönetimi ilkeleri değil, insan odaklılık değil, kişilerin gelişim adımlarının sürekli gelişim süreci içerisinde ilerlemesine dayanan sistemlere oturmaları süreç etkililiğini destekleyecektir.
Sevgiyle, Sevecenlikle kalın...
Kağan ÜNVER
14 Haziran 2010